MENÜ

09 Nisan 2018 Pazartesi Paylaşımı “Aramızdan Ayrılışının Ardından; Anılarıyla Ülkü Tamer’i Anmak”

Aramızdan Ayrılışının Ardından; Anılarıyla Ülkü Tamer’i Anmak

Geçtiğimiz hafta yaşama veda eden Türk edebiyatının çok yönlü sanatçısı Ülkü Tamer, şiir ve öykü yazarlığının yanı sıra sinemaya, tiyatroya da tutkundu. İkinci Yeni şiirinin önde gelen temsilcilerinden olan sanatçı aynı zamanda gazetecilik yapmış, yetmişin üstünde kitap çevirmiş, şiir antolojileri hazırlamıştı. Kendisini derlediğimiz anılarıyla bir kez daha saygıyla anıyoruz…

“Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden”

Ülkü Tamer çocukluğunda başlayan sinema tutkusunu şöyle açıklar: “Sinema bir görselliktir. Bende sinema çok etkilidir. Şiir yazarken bazı şeyleri neredeyse sinema gibi izlerim. Şiirle sinema bende atbaşı gelir. Hayatıma şiirden önce giren sinema oldu. Antep’te başka hiçbir şeyimiz yoktu. Bugünkü çocuklar gibi ne televizyon ne bilgisayar ne şu, ne bu… Bizim tek eğlencemiz sinemaydı. Biz sinemayla dünyaya açılıyorduk, yeni şeyler keşfediyorduk, yeni öyküler yaşıyorduk. Onun için ben daha ilkokula gitmeden sinema tiryakisi oldum ve müthiş bağlandım sinemaya. (Röportaj: Mehmet Çakır, “Ülkü Tamer’le Şiirleri Üzerine”)

“Bana çiçek gönderme / Bir kuş ağacı gönder”


“Yaşamım boyunca günlük tutmadım, not tutmadım. Eş dost toplantılarında oradan buradan anılar anlatılır ya, benimkiler de öyle zamanlarda su yüzüne çıktı. Bu kitap bir yaşam öyküsü değil. Olsa olsa, yaşamımdan çizgiler. Belirli bir sıra gözetilmeden kendiliğinden beliren renkler. İçinde “karakter tahlilleri” yok. Ufacık olaylar var. Başkalarının yaşamlarını bilemem ama benim yaşamımı böylesine ufacık olaylar belirledi. Hepsi bu kadar değil elbet. Alleben Anıları’yla başlamıştım, bu kitapla sürdürüyorum. Belki bunu başka yazılar, başka kitaplar izler. Yaşarsam. Hatırlarsam.” (Yaşamak Hatırlamaktır Kitabı)

“Kâğıdımız çaput bizim / Kefenimiz bulut bizim”

Robert Koleji bitirdikten sonra Hukuk Fakültesine kaydını yaptıran Ülkü Tamer o günleri şöyle anlatır: “1958 yılı güzü. Hukuk Fakültesi’ne gidiyordum. Daha doğrusu, Hukuk Fakültesi kantinine. Girdiğim ilk dersi on beş dakika kadar izledikten sonra aklım başıma gelmiş, kendi kendime, “Hukukçu olmayacaksan; burada ne işin var?” diye sormuş, amfinin arka kapısından sıvışarak kapağı kantine atmıştım. Onat Kutlar “İnsan önce Hukuk Fakültesi kantininden mezun olur, sonra da hukuk fakültesinden mezun olur.” derdi. Ben de kantine devam edenler arasında yerimi almıştım.

“Mesleğimiz umut bizim / Kuranlara selam olsun”

Bir başka anısında ise yayıncılığa başlamasını şöyle anlatır: “Cağaloğlu’nda Eser Han’da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok. Bir gün Edip (Cansever) geldi. Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. “Bu iyi bir şeye benziyor” dedi. Kapalıçarşı’da ortağı Jak’la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. “Jak’a söyleyeyim, gelip baksın.” dedi. Yarım saat sonra Jak damladı, halıya baktı. “Siz bunun üstüne basıyor musunuz?” diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elinde 2000 lira. Uzattı: “Halının parası” Hayır, ilk sayının parası! Cemal (Süreya), ‘Halıya teşekkür ilânı koyalım dergiye. ‘’ dedi.

“Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci / Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci / Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten”

Hayatımın en büyük iltifatını beni hiç tanımayan, benim de hiç tanımadığım bir adamdan aldım. Yıllar önce Bodrum’da Hurşit, Pamili, ben, Yalıkahve’de oturmuş, politikadan söz ediyorduk. Hurşit’in bir tanıdığı geldi masamıza. Oturdu, sohbete katıldı. Bir politikacıyı eleştiriyordum. Adam: ‘’Beyefendi siz bilmezsiniz ünlü bir söz vardır: Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten. O da öyle. Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten.’’ Hurşit gülmeye başladı. ‘’Sen o sözü nereden duydun?’’ dedi adama. ‘’Gazetede okudum.’’ dedi adam. (Bunu Fethi Naci’nin, bir yazısına başlık yaptığını anlayacaktık sonradan.) ‘’Allah iyiliğini versin.’’ dedi Hurşit. ‘’Tereciye tere satıyorsun. Yahu, o sözün yaratıcısı Ülkü’nün kendisi. Bir şiirinde var.’’

“Geceleyin gökyüzünden canım / Güneş topla benim için”

Hepimizin Zülfü Livaneli’nin sesinden dinleyip ezbere bildiğimiz “Güneş Topla Benim İçin” şarkısının hikâyesi ise şöyle: Karacaoğlan’ın “çiçek topla”, Yunus Emre’nin de “selam olsun” dizelerinden yola çıkarak ‘’Güneş Topla Benim İçinle Selam Olsun’’u yazdım. İkisinin de ne Karacaoğlan’ın ne Yunus’un yazdıklarıyla ilgisi vardı. Olsun. Kitabımda bunları yayımlarken birini Karacaoğlan’a, birini Yunus’a adadım. Boynumun borcu. Güneş Topla Benim İçin ilgiyle karşılandı. Theodorakis’in de katıldığı bir toplantıda şunları söyleyecekti Zülfü: “Herkes terziye bir insan götürür, bu insana bir elbise dik’’ der. Biz Ülkü’ye bir elbise götürdük, ‘’Bu elbiseye bir insan uydur.’’ dedik. Elbiseye insan uydurmak çileli işmiş gerçi ama çile de keyfe dönüşebiliyormuş. Yeter ki elbise güzel olsun.

Kaynak: Nurten Bengi AKSOY