MENÜ

09 Mart Pazartesi Paylaşımı “Çocukluğu Sadeleştirmek”

Çocukluğu Sadeleştirmek

Babam büyürken her kış bir tane kazağı olurmuş. Kazağına nasıl özenle dikkat ettiğini hâlâ hatırlıyor. Eğer dirseklerinde delik olursa büyükannem onları dikermiş, kazağını kaybederse onu bulmak için yaptığı her şeyi adım adım tekrar yaparmış. Kazağını sanki çok değerli bir hediye gibi korurmuş. İhtiyaçları olan her şeyleri varmış ama fazlası asla olmazmış. Tek kuralları akşam yemeğinde evde olmakmış. Büyükannem; çocuklarının tam olarak nerede olduğunu, nerede oynadığını çok nadir bilirmiş. Kaleler kurmaya, oklar ve yaylar yapmaya gider, dizlerini kanatır, yara bere içinde hayatlarının en güzel zamanlarını yaşarlarmış. Çocukluğun tadını dolu dolu çıkarırlarmış.

Ancak dünya o zamandan bu zamana çok değişti. Çok daha karmaşık bir hâle geldi. Daha önceki hiçbir döneme benzemeyen bir döneme girdik. Çocuklarımıza yeteri miktarda şey sunmak için mücadele etmek yerine onlara aşırı fazla şey sunmaya bir türlü engel olamıyoruz. Oysa böyle yaparak farkında olmadan zihinsel sağlık problemlerinin oluştuğu bir ortam yaratıyoruz.

Kim John Payne’in “Sade Bir Hayat” kitabını okuduğumda, çok önemli bir mesaj aldım. Kişiliğin kendine özgü özellikleri “çok fazla”nın stresiyle birleştiğinde çocukları “bozukluklar diyarına” itebiliyor. Mesela sistematik olan bir çocuk, obsesif davranışlara zorlanabiliyor. Hayalperest bir çocuk odaklanma becerisini kaybedebiliyor. Peki, neleri yanlış yapıyoruz ve bunları nasıl düzeltebiliriz?

“Fazla”nın Dört Ayağı

Ebeveynler olarak doğal bir şekilde çocuklarımızın yaşama en iyi şekilde başlamasını istiyoruz. Eğer “biraz” iyi ise, “daha fazla” daha iyidir diye düşünüyoruz. Öyle mi gerçekten?

Onları sonu gelmez bir şekilde aktivitelere yazdırıyoruz. Odalarındaki her alanı eğitici kitaplarla, araçlarla ve oyuncaklarla dolduruyoruz. Ortalama bir Batılı çocuğun 150’yi aşan oyuncağı bulunuyor. Bu kadar fazla eşyayla çocuklar körleşiyor ve seçim yapmaktan bitkin düşüyorlar. Sade bir ebeveynlik anlayışı, çocukların daha az oyuncak sahibi olmalarını ve böylece sahip olduklarıyla daha yoğun zaman geçirmelerini teşvik ediyor. Payne, fazlalığın dört ayağını şöyle tarif ediyor: Çok fazla eşya, çok fazla seçenek, çok fazla bilgi ve çok fazla hız.

Çocuklar bitkin düştüklerinde keşfetmek, düşünmek ve gerilimlerini boşaltmak için ihtiyaç duydukları çok değerli olan boş zamanlarını kaybediyorlar. Çok fazla seçenek, mutluluğu tüketir. Yaratıcılığı ve kendi kendine öğrenmeyi teşvik eden sıkılma hissinin bütün hediyelerini çocukların elinden alır.

Çocukluğu Korumak

Tıpkı ateşi yavaşça artırıp durumdan hiç şüphelenmeyen kurbağayı kaynatmak gibi, toplum da çocukluğun eşsiz büyüsünü yavaş yavaş ortadan kaldırıyor ve onu yeniden tanımlıyor. Çocuklarımızın henüz tam olgunlaşmamış beyinlerine inanılmaz bir baskı yapıyor. Bu, çocukluğa karşı açılmış bir “savaş” gibi.

Çocukların organize sporlar yaparak geçirdikleri zamanın, onların yaratıcılığını belirgin bir şekilde azalttığını gösteren bilimsel bulgular var. Oysa serbest (organize olmayan) spora ayrılan zaman, çok açık bir biçimde daha fazla yaratıcılıkla ilişkilendiriliyor. Yaratıcılığa zarar veren şey organize sporların kendisi değil, boş zamanın azlığı. Haftada iki saat yapılandırılmamış oyun bile çocukların yaratıcılığını ortalama seviyelerin üzerine çıkarıyor.

Ebeveynler Sorumluluk Alın!

Peki, ebeveynler olarak bizler, toplumun yarattığı bu yeni “normal”den çocuklarımızı nasıl koruyacağız?

Cevap basit: Hayır diyerek. Eğer çocuklarımızı korur ve hayır dersek çocuk olabilmeleri için onlara alan yaratabiliriz. “Hayır, kızım doğum günü partisini cumartesi günü yapamaz”. “Hayır, oğlum bu hafta sonu futbol antrenmanı yapamaz.”

Bu şekilde onlar için düzenli boş zaman yaratarak hayatlarına bir sakinlik ve huzur duygusu katabiliriz. Aksi takdirde kaotik dünyalarının içinde yaşamak zorunda kalacaklardır. Çocukların gerginliklerini atabileceklerini bildikleri zamanlara ihtiyaçları var. Bu zamanlar, çocukların “iyileşmelerini” ve büyümelerini sağlayacaktır. Bu zamanlar, çocuk gelişiminde çok önemli bir amaca hizmet ederler.

Çocuklarımızın hayatlarındaki gereksiz meşguliyetleri çıkarabilir ve hayatlarını sadeleştirebiliriz. Yedi yaşında bir çocukla yemek masasında küresel ısınma hakkında konuşmamız gerekmiyor. Haberleri çocuklarımız uyuduktan sonra izleyebiliriz. Çocuklarımız uyuduğunda odalarındaki aşırı sayıdaki oyuncağı ve oyunu ortadan kaldırabiliriz. Çocukluğu yeniden yaratabilir ve onu onurlandırabiliriz.

Çocuklarımızın önünde, yetişkin olmak ve yaşamın zorluklarıyla ve karmaşasıyla baş etmek için koca bir hayat var. Ama çocuk olmak için hızla akıp giden kısacık bir zamanları var. Her türlü saçmalığı yapan, eğlenmeyi seven çocuklar olmaları için.

Çocukluğun çok gerçek bir amacı var. Çocukluk asla bir an önce geçilmesi gereken bir dönem değildir. Bu dönem küçük zihinleri korumak ve geliştirmek için var ki çocuklar büyüdüklerinde sağlıklı ve mutlu birer yetişkin olabilsinler. Bir denge duygusu sağlayarak ve çocukluğu aktif bir şekilde koruyarak, çocuklarımıza hayatları boyunca alabilecekleri en büyük hediyeyi vermiş oluruz.

Kaynak: Huffingtonpost