MENÜ

11 Mayıs Pazartesi Paylaşımı “Ustaların Bilinmeyen Hikâyesi”

Ustaların Bilinmeyen Hikâyesi

Yeşilçam’ın Güldüren Adamı: Kemal Sunal

Emel Sayın anlatıyor:

— O zamanlar tığ gibi delikanlı, cepte para çok. Oyuncu, bir de “Mavi Boncuk” filmini çekiyoruz. Bir gün setten çıktık eve gidiyoruz. Ben Laleli’de oturuyorum. Kemal, benden önce çıktı. Herkes yevmiyesini almış, taksiyle giden gitti, kendi arabasıyla giden de gitti. Ben baktım ki Kemal yürüyerek gidiyor. Üç kilometre var gideceği yere. Her gün yürüyerek gidip geliyor. Merak ettim, nereye gidiyor bu adam böyle diye. Uzun süre yürüdü, sonra bir bankta bir adam yatıyordu. Kaldırdı adamı, bir şeyler konuştular, sonra cebinden para çıkarıp verdi. Şaşırmıştım. Sonra biraz daha ileride bir lokantaya girdi, bir şey yemeden çıktı, oraya da para verdiğini görmüştüm. Bıraktım takibi, banktaki adama yaklaştım: “Tanıyor musunuz o az önce size para veren adamı?” dedim. “Adını bilmem, sormam da her gün para verir bana.” dedi. Teşekkür ettim. Az ilerideki lokantaya gittim: “Az önce gelen beyin borcu mu var size?” dedim. Tanımadılar beni. “Kemal abinin mi? Yok… Hayır, bize her gün evsizler uğrar, yemek yediririz. O da sağ olsun, onların yemek masrafını öder.” dediler. Ertesi gün Kemal’in yanına gittim. “Sen ne güzel bir adamsın ya!..” dedim. Ne olduğunu anlayamadı, sarılıp ağladım. “Ölme sen benden önce!” dedim ama dinletemedim. Halkla bütünleşmiş sanatçıydı Kemal Sunal.

Yeşilçam’ın Babası: Münir Özkul

Adile Naşit anlatıyor:

“Bizim Aile” filminin çekimlerindeydik. Halit Akçatepe ile Münir Özkul aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Tarık Akan da oturmuş bir köşeye dalıp dalıp gidiyordu. Yanına gittim, o zamanlar çok samimi değildik. Çorba içme saatiydi, çorba içtik ve “Hayırdır?..” dedim, zor da olsa anlatmaya başladı. “Mühendislik fakültesindeyken, okula yakın bir yerde bir matbaacı arkadaşım vardı. Cebinden kitaplar basar, insanlar okusun diye uğraşırdı. Bugün gelirken ona rastladım. İşleri bozulmuş, kapatmak zorunda kalacakmış dükkânı.” dedi. Çekimler iyi gidiyordu. Münir’in yanına gittim, durumu anlattım. Yevmiye usulü çalışıyorduk, ne yapacağımızı da çok bilmediğimiz için bekledik. Belki elimizden bir şey gelirdi. Münir, bu durumu epey dert edindi. Hani o can alıcı sahne var ya, Münir’in o güzel tiradı. Saim Bey’ in kapısından içeri girer: “Sen değil, ben büyüğüm ben!..” diye noktalar. İşte o sahnede, herkesin eli ayağı buz kesti. Yarım saat bir sessizlik oldu. Gün bitti, yevmiyeler dağıtıldı. O gün ne olduysa hepimiz üçer yevmiye aldık. Münir, on yevmiye almıştı. Herkes aldıklarını bir araya getirdi, topladık ve Tarık Akan’a uzattık. Kabul etmedi, zorla kabul ettirdik. Beraber gidip matbaadaki işler düzelene kadar her gün biraz daha destek olduk. Bugün, Tarık’ın vesilesi ile o matbaa hâlen çalışıyor ve geçtiğimiz gün 20 bin adet kitap basıp tüm ülkedeki okul kütüphanelerine yolladı.

İşte böyle ustalar, üstatlar kolay yetişmiyor. Kazandığı parayı son kuruşuna kadar ihtiyaç sahibine verecek kadar iyi yürekli bir insandı Münir Özkul. O, Hababam Sınıfı’nın sert ama öğrencilerini de her şeyden çok seven “Kel Mahmut”uydu.

Kaynak: Adile Naşit’in 21.06.1985 tarihli anısı