MENÜ

28 Eylül Pazartesi Paylaşımı “Atatürk ve Dilimiz Türkçe”

Atatürk ve Dilimiz Türkçe

Atatürk bir askerdi, bir devlet adamıydı. Savaşlardaki başarılarını, ümmet toplumundan bir millet yarattığını, bizi bir milletin bireyleri yaptığını biliyorsunuz. O milleti çağdaş uygarlığa ulaştırmak için yaptığı devrimleri de biliyorsunuz.

Biz sizlere Atatürk’ün Türk dili ile ilgili yaptıklarından söz etmek istiyoruz. 1928 yılında harf devrimi yapıldıktan sonra ülkemizde okuma yazma oranı Atatürk’ün istediği hızda artmamıştı. Bunun nedenini düşünen Atatürk,  sorunun sadece harflerde olmadığını, o harflerle yazılacak sözcüklerin de Türkçe olması gerektiğini anladı.

Türkçemiz uzun yıllar yazı, edebiyat ve bilim dili olarak geliştirilmemişti. Bilim dili olarak daha çok Arapçayı, yazı ve edebiyat dili olarak da Osmanlıcayı kullanıyorduk. Bu, Türkçemizin sadece halk arasında konuşma dili olarak kalmasına neden olmuştu ama biz biliyorduk ki dil; kültür, edebiyat ve bilim dili olarak kullanılırsa gelişir. Bizler, dilimizi yüzlerce yıl ihmal ettik; geliştirmedik. Yeni kavramlara Türkçe sözcükler üretmedik, başka dillerden hazır sözcükler aldık. Örneğin bugün herkesin bildiği, kullandığı “ dayanışma “ sözcüğü yerine Türkçe olmayan “tesanüt” sözcüğünü kullanıyorduk. İlginç bir sözcük de “uçak” sözcüğüdür. Millet olma bilinçleri yok diye eleştiri alan Araplar, Batılıların “airplane” sözcüğüne, kendi dillerinde “tayyare” demişlerdir. “Tayyar” uçan demektir, tayyare de uçak demektir. Sanki bizim dilimizde “uçmak” eylemi yokmuş gibi biz bu uçan cisme kendi dilimizde bir sözcük oluşturmak yerine Araplardan “tayyare” sözcüğünü aldık.

İşte! Atatürk, 1932’de sorunun sadece alfabe sorunu olmadığını, yazı dilimizin Türkçeleşmesi gerektiğini görünce ülkemizdeki dilcileri ve dil konusunda düşünen sanatçıları Dolmabahçe Sarayı’nda topladı. Bu dil kurultayında iki görüş ortaya çıktı:

  1. görüş 1910’lardan beri milli edebiyatçıların ortaya attığı bir görüştü: Yabancı dil kurallarını ve Türkçesi olan yabancı sözcükleri atalım. Örneğin “gece” sözcüğü varken leyl, şeb sözcüklerini kullanmayalım. Yabancı bir tamlama olan “darb-ı mesel” yerine “atasözü”nü kullanalım.
  2. görüş “Özleştirmeciler” denilen grubun görüşüydü. Bunlar dilimizdeki bütün yabancı sözcükleri atmayı öneriyorlardı. 1. grup, bunun olamayacağını yabancı kökenli sözcükleri atarsak dilimizin birçok kavramı ifade edemeyeceğini savundu. Atatürk, iki tarafı da dinledikten sonra Özleştirmecilerin görüşünü yani yabancı kökenli sözcükleri kullanmama ilkesini benimsedi. Yabancı sözcüklerin yerine kullanılmak üzere Türkçe sözcük bulmak için komisyonlar oluşturuldu. Bir komisyon kaynakları taradı ve Türkçe sözcükleri çıkardı, bu Türkçe sözcükleri “Tarama Sözlüğü“ adı ile topladı ve yayımladı. Halktan, yörelerinde kullanılan sözcükleri liste halinde yazıp göndermeleri istendi. Bir komisyon da bu sözcüklerden Türkçe olanlarını “ Derleme Sözlüğü” adı ile düzenledi ve bu da yayımlandı. Bir diğer komisyon da Türkçe köklerden Türkçe eklerle yeni sözcükler türetti. Sözünü ettiğimiz “uçak” ve “dayanışma” sözcükleri bu komisyonun önerdiği sözcüklerdendir.

Atatürk de iki yıl sadece Türkçe sözcüklerden oluşan bir dille konuştu ve yazdı. Öyle ki kimi konuşmalarındaki yeni sözcükleri halk da anlamıyordu. Falih Rıfkı Atay “ Bir halk adamı olan Atatürk, bunu neden yapıyor? Şaşıyorum!” diyordu. Atatürk’ün bu kararlı tutumuna sanatçılar, bilim adamları ve gazeteciler de katılınca kısa sürede yazı dilindeki Türkçe olmayan sözcükler gitti, yerlerine Türkçe sözcükler kullanılmaya başlandı. Dilimiz işlenen, kullanılan bir dil oldu. İki yıl sonra Atatürk: ” Artık amaca ulaştık.” dedi. Bu gelişmelerin ardından yine Falih Rıfkı,“ Atatürk’ün kararlılığı ile elli yılda yapabileceğimizi bu kadar kısa sürede yaptık, Osmanlıca gömülüp gitti. Atatürk çapındaki bir devrimci ile bizim gibi ıslahatçıların (düzeltmecilerin) arasındaki farkı şimdi anladım.” dedi. İşte! Atatürk sayesinde1935’ten sonra Türkçemiz yazı dilimiz olmuş, halkın dili ile yazı dili birleşmişti. Bugün dünya çapında yazarlarımız, sanatçılarımız varsa bunu Atatürk’ün güzel Türkçemizi işlek bir yazı dili durumuna getirmesine borçluyuz.

Atatürk; bir dil uzmanı değildi ama çok okuyan, çok araştıran iyi bir düşünürdü. Bir dil uzmanı olmadığı halde Türkçe sözcüklerle anlaşılan ilk geometri kitabını yazdığını acaba kaçımız biliyor? Müselles yerine üçgeni, zaviye yerine açıyı, murabba yerine dörtgeni onun bulduğunu kaçımız biliyor? Bir müsellesin dâhili zaviyelerinin yekûnu 180 dereceye müsavidir yerine, üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir diyorsak ve anlıyorsak bunu Atatürk’e borçluyuz.

Atatürk; bir asker, bir devlet adamıydı. Bir dil uzmanı olmadığı hâlde bunları yapabilmesi Atatürk’ün gerçek bir deha olduğunu gösterir. Onun manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz. Birçok alanda olduğu gibi dil konusunda da yaptıklarını bir an olsun düşünelim. Sonra da onun yaptıklarına neler katabildiğimizi düşünelim.

Saygılarımla…